Galata Kulesi | Yapısı ve Tarihçesi

Galata Kulesi, İstanbul’un en ikonik yapılarından biridir, Beyoğlu ve Karaköy’e tünemiş konumundan bakarken, kulenin renkli ışıkları geceleri şehrin dört bir yanından görülebilir.

Galata Kulesi, İstanbul’un en ikonik yapılarından biridir, Beyoğlu ve Karaköy’e tünemiş konumundan bakarken, kulenin renkli ışıkları geceleri şehrin dört bir yanından görülebilir.

Galata Kulesi, sadece İstanbul‘un değil, Türkiye’nin en çok bilinen ve ziyaret edilen turistik yerlerinden biridir. Adının da açıkça belirttiği gibi, kolayca erişilebilen İstanbul’un Galata semtinde yer almaktadır.

Kuleye genellikle Galata Kulesi denir. Yüzlerce yıl önce inşa edilmiş bir ortaçağ yapısı olan Galata Kulesi, tamamen taştan yapılmıştır.

Galata Kulesi’nin tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte, kulenin Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından 528 yılında Fener Kulesi olarak inşa edildiği genel olarak kabul edilmektedir. Daha sonraları Cenevizlilerin eline geçer. Cenevizliler tarafından ‘Christea Turris’ veya Mesih Kulesi olarak bilinirken, Bizanslılar ‘Megalos Pyrgos’ veya Büyük Kule olarak adlandırdılar.

Ancak Ceneviz döneminde kule, Galata semtinin Cenova Cumhuriyeti kolonileri tarafından yaşadığı ve Akdeniz ve Karadeniz’de bir dizi ekonomik ve ticari hizmet olarak, görev yaptığı mevcut şeklini aldı.

1509’da kule deprem nedeniyle ağır hasar gördü, ancak Edirne’de II. Sultan Bayezid kompleksini de inşa eden ünlü Osmanlı mimarı Hayreddin tarafından restore edildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığı döneminde kulenin çok farklı bir amacı vardı, çünkü Kasımpaşa Deniz Tersanesinde çalışmaya mahkum edilen mahkumları tutmak için kullanılıyordu.

1794’te büyük bir yangın meydana geldi ve bu kuleyi çok tahrip etti, ancak Sultan III. Selim döneminde restore edildi ve bu noktada bir(oyuk) eklendi.1831’de bir başka yangının yıkıcı etkilerinin ardından kule, Sultan Mahmut’un komisyonuyla iki kat daha ve konik şekilli bir uç eklenmesiyle bir kez daha restore edildi.

Günümüzde, 69.90 metre yüksekliğindeki kule 360 ​​derecelik İstanbul manzarası ile ziyaretçilerin zirveye çıkmasıyla sadece turistik bir cazibe merkezi olarak hizmet vermektedir. Bu uzun mesafe sizi korkutmasın. neyse ki, bir asansör ziyaretçileri yedinci kata kadar çıkarır, ancak son iki kata sadece merdiven çıkarak erişilebilir.

Galata Kulesi Özellikleri

Galata kulesinin yerden çatının uç kısmına kadar olan yükseklik boyu 69,90 metredir. Dışında görmüş olduğunuz duvarları 3,75 metre, yuvarlağın iç çapı ise 8,95 metredir. Dış çap ise 16,45 metre olarak inşa edilmiştir. Kuleyi bir tartıya koyduğunuzu düşündüğünüzde ise ağırlığı yaklaşık olarak 10 bin yon gelmektedir. Bu ağırlığın asıl sebebi hem duvar kalınlıkları hem de gövdesinin işlenmemiş moloz taşından yapılmış olmasıdır.

Zeminden aşağıda kalan çukurlarının içinde bir çok kanalda kafatasları ve kemikler bulunmuştur. Buradan anlayacağınız üzere orta boşluk bodrumu zamanında zindan olarak kullanılmış. Ayrıca kule tarihi boyunca bazı intihar vukularına tanık olmuş.

Bunlardan ilk bilineni 1876 tarihinde Avusturya’lı birinin kuleden kendini aşağı atmasıdır. 1973’de ise ünlü bir şair olan Ümit Yaşar Oğuzcan’ın oğlu Veda Oğuzcan kuleden atlayarak intihar etmiştir. Babası da bu olay üzerine Galata Kulesi şiirini yazmıştır.

Galata Kulesi hakkında bazı ilginç hikayelere gelince, en tanınmış hikayelerden biri efsanevi Osmanlı havacısı Hezarfen Ahmet Çelebi’nin etrafında dönüyor.

Bu olay ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Seyahâtnâmesinde geçmektedir. Buna göre Hezârfen Çelebi kulenin tepesinden Üsküdar’daki Doğancılar Meydanı’na kollarına yapay kanat bağlayarak uçtu. Uzun yıllar bu proje üzerinde çalıştıktan sonra, rüzgarların onu Boğaziçi’nden Üsküdar’a kadar götürdüğü güzel bir gün başardı. Bu muhteşem olaydan sonra, yerliler kuleye uzun bir süre Hezarfen Kulesi olarak atıfta bulundular.

Çelebi,1632 yılında lodoslu bir havada Galata Kulesi’nden kuş kanatlarına benzer bir araç ile kendini boşluğa bırakması ve İstanbul Boğazı’nda 3358 metre süzülerek Üsküdar’da yer alan Doğancılar Meydanı’na inmesi ile tanınır. Buna rağmen modern Osmanlı tarihçileri ve mühendisler tarafından hikâyenin bilimsel olarak tutarsız olması ve başka herhangi bir tarihsel kaynakta geçmemesi neden gösterilerek bir efsane olduğu savunulur.